Bazen gecenin bir yerinde uyanırız — ya da hiç uyuyamayız.
Yatak geniştir, yastık serindir, oda sessizdir ama zihnimiz asla susmaz.
Çünkü bazı şeyler uykuyu geçemez.
Kapıyı kapatıp ışığı söndürmekle karanlık bitmez.
Uykumuzu kaçıran şeyler, genellikle çok küçük başlar:
Yanlış zamanda gelen bir mesaj.
Cevapsız bırakılan bir bakış.
Birkaç kelime fazla ya da eksik.
Bir konuşmanın yarıda kalmış tınısı.
Ama asıl mesele bunlar değildir.
Asıl mesele, o küçük şeylerin içimizde büyüyerek taşıdığı anlamlardır.
Bir suskunluk, bir terk ediliş gibi çoğalır.
Ve biz gece boyunca sadece geçmişe değil, olabilecek her şeye karşı uyanık kalırız.
Bazen uyuyamayız çünkü biriyle konuşmamız gerekmiştir ama konuşamamışızdır.
Bazen uyuyamayız çünkü artık konuşacak birimiz kalmamıştır.
Bazen uyuyamayız çünkü kendimize bile söylemekten kaçındığımız bir gerçekle baş başa kalmışızdır.
Gece, günün aksine gürültüsüzdür.
Ve o sessizlikte zihnimiz yankılanmaya başlar.
Uykumuzu kaçıran şey, çoğu zaman bir olay değildir aslında.
O şey, kendi iç sesimizin artık bize karşı dönmesidir.
Uykusuzluk, sadece bir fiziksel hal değil, aynı zamanda bir iç direniştir.
Bazı geceler zihnimiz, olanı kabul etmeyi reddeder.
Ya da henüz olması gereken bir şeyin gelmediğini hissettiğinde,
kapıları açık bırakır — bir umut, bir korku, bir yüzleşme için.
Ve bazen sadece bu yüzden uyanığızdır.